18 Ekim 2011 Salı

Barbaros Şansal Röportajı


Grup Opal’de Üç Kuruşluk Mahalle Dersleri blackbox tarzı tiyatro oyununun kulis öncesinde,hayatımın en değerli insanlarından olan, Terzi Yamağı Barbaros Şansal ile gerçekleştirilen röportajdır.




Yavuz Şahin Başar : Barbaros Şansal kimdir ?
Barbaros Şansal : Barbaros Şansal yarım asrı devirmiş,Tc vatandaşı,anadili Türkçe olmasına rağmen birkaç dile vahşi kısrak muamelesi yapabilen,radikal,marjinal,yaratıcı,sağduyulu,hoşgörülü,bir insanım ben ama nicelikle değil nitelikle.Nufus kağıdı mavi,çünkü  dünya da vatandaşılarına iki ayrı renkte nüfus kağıdı veren tek ülkenin vatandaşı olduğum için mavi.Oysa ben puantiyeli istiyordum.
Yavuz: Üstadınız Yıldırım Mayruk ile yirmi iki yıldır birlikte yaşayıp,üretiyorsunuz.Size getirileri ne oldu ? Götürüleri ne oldu ?
Barbaros Ş: Benim içimde ki serseri,onun aklında,onun içinde ki beyefendi de benim aklımda.Zıt kutuplar birbirlerini çeker.Hobileriniz ile mesleğinizi çakıl taşı olarak kullanıp birbirine çakarsanız ordan çıkan kıvılcımlar en yaratıcı çözümleri üretirler..Tabii Yıldırım Bey çok büyük bir üstad,çok şey öğrendim.O dönemler çok şey öğrendim.İki bin yılında kurumsal kimliğimizi Yıldırım Mayruk Moda Labaratuvar’ı olarak aldık,hissedarı olduğum,ortak giden bir kadın terzihanesi.
Yavuz : Cinsel kimliğini ne zaman fark ettin ?
Barbaros : Sonradan olunmaz,öyle doğulur.
Yavuz : Bugunler de sonradan olan o kadar çok ki..
Barbaros : Kıçını kiraya veren acısına katlanır.Ama bu durumda bok yiyenin kaşığıda belinde olması gerekir.Cinsel kimlik diye bir şey yoktur,tercih de değildir bu bir yönelimdir.Ben daha önce evlilikte geçirdim benim yirmi dört yaşında kızımda var,benim cinsel fonksiyon bozukluğum yok,ama Türkiye Cumhuriyeti’nde özellikle erkeklerin erkek niteliği o kadar eksik ve az ki kendimi o erkekler karşısında o kadar güçlü hissediyorum ki bazen güçsüz hissetmek için erkekleri tercih ediyorum.

Yavuz : Modacı kavramını nasıl buluyorsun ?
Barbaros : Cı lardan ci lerden meslek olmaz.Modacı  sosyal olguya verilen bir kavramın adı.İnsanların cinsel,dinsel,fiziksel,kültürel ,ekonomik ve siyasi haberleşme biçimi.Yazılı tarihi,opera ile başlıyor.Gerçi beş bin yıllık tek tanrılı dinlerden beridir baktığın zaman bir hiyerarşik bir dini katman giyim kuralları var kimlik olarak bugun kü.Daha önce etnik,kültürel,mesleki ve coğrafi özellikler de giyim kuşamlar var.İnsanlık tarihinin en köklü kültürlerinden biri tekstil ancak saklanması ve korunması en zor kültürlerden de biri.Tiyatro ile birlikte insanlığa yayılmaya başlıyor kayıtlı tarihinde.Zaten günümüzde elbise bitti,çanta,pabuç,şapka,gözlük her bedene uyan aksesuarlar artık moda.Elbise diken üç beş kişi kaldık.Dike dike devam ediyoruz.
Yavuz : Modacıların geneli neden eşcinsel ?
Barbaros : Normal.Çok normal.Bir kere moda dünyasına baktığınızda bu konuda başarılı olabilmiş kadın sayısı çok küçük bir azınlıktır.Türkiye’de kadınların çoğunlukta olduğunu görüyoruz ama daha önce de ben bir gazeteye söyledim Türkiye’de ki bütün o Moda-cı kadınların hepsi metres.Hepsinin eşleri ikinci eşi,zengin bir adam bulmuşlar evlenmişler,tuzları kuru,donları kuru açmışlar dükkanları ordan burdan araklayıp satıyorlar.Yatırımları yok,istihtamları yok,kdv leri yok ,servisleri yok,kaliteleri yok,güvenceleri yok,ahlakları yok,erdemleri yok onlar Cı-cı Ci-ci ler işte ..Dünya böyle değil,çift cinsiyetli bir zeka ile bu işi yapmak zorundasınız.Hayallerinizde kaybettiğiniz yeri  içinizde olmaya,bulmaya ya da sahip olmaya çalıştığınız kimliği çizip,biçip,dikip nakite çevirebilmelisin.Otuz yılı ben sana bir paragrafta verdim işte,öyledir..Yoksa moda-cı  falan bunlar palavra.Öğretmen,okuma-yazma bilmek zorundadır,şoför ehliyetli olmak zorundadır,modayla uğraşıcak olan insanın da iğnesi ipliğidir.Bwn kadın terzisiyim,terzi yamağıyım.Ben modayı takip etmem,moda beni  takip eder.Çift cinsiyetli olmam gerekir,hiçbir kadın diğer bir kadının önünde soyunup,defosunu ve eksiğini göstermekten hoşlanmaz.Seni bir kadın gibi düşünüp,çünkü sen ona tecavüz etmeyi düşünmezsin,orasına burasını taciz etmeyi düşünmezsin.Bir kadın en rahat senin önünde soyunur,ama iltifatı bir erkekten alır.Buda onları çok mutlu eder.Ruhat Mengi’ye hiç giymeyeceği bir elbiseyi siz arkasından bakınca kadınsınız diyerek satmıştım elbiseyi.O zaman çamaşırcıyla evliydi gazeteci değildi.Hepsinin geçmişi var tabii.Hepsinin geçmişine ben dikiyorum.Geleceklerini de dikicem.Gel bunlara beraber dikelim.Diktirtmeyelim de arada.Bak dörde ayrılır dikiş;dikenler,diktirenler,diktirtenler,dikdiktirenler.Meslek diliyle konuşuyorum müstehcenliğe çıkmıyım.

Yavuz: Ben sana sanatsal fikirlerini ve eylemlerini bildiğim için bu yönde sorular sormak istiyorum magazinsel değil ….(araya Barbaros girer )
Barbaros : Üçünsü sınıf hamur kağıda matbaa mürekkebi hayatlar işte o .Magazin güzel bir şey dükkan demek ,çeşitlilik demek.Çok katlı mağazalara da magazin denir.Herşeyin satıldığı ve bulunduğu çeşitlilik ortamıdır ama ülkemizde öyle değildir,Türkiye’de ne kadar silikonlu,botokslu,açıkta bir şey görmüş hayret ifadesi olan,amuda kalkmış kaşlı,bakkal brandası dişli kaltak karılar onlar magazin.Türk erkekleri diğer erkeklerin becerdiği kadınları beğenirler.Evlerinde ki  ahlaklı kadınları,kız kardeşleri namusludur ,başkasının kız kardeşi onun olabilir.Bu bizim coğrafyamızın kamburlarından birtanesi.Ahlak sadece bize işler,diğerlerinin ahlakı bizi hiç ilgilendirmez.O yüzden Aziz Nesin’in namus gazı adlı hikayesini hatırlarım. onların vicdanı gazoz kapağına takılı kalır patlar sererler ortaya,sonra unlu mamüller olarak devam ederler hayatlarına.




Yavuz : Günümüzde sanatın algısında ve bekleyişte geçmişe duyulan bir özlem var sence nedeni nedir? 
Barbaros : Evet var.Gençler Zeki Müren dinliyor.Nedeni var,ben mesela burda sana şöyle bir örnek vericem modernizmin ve postmodernizmin gelmesi ile başlayan bir erozyon var.Pablo Picasso bir hırsız biliyorsun,bütün büyük ressamların eserleri kompozisyon yaparak kübizme uyarlayıp röprodiksiyonlar yaptı.Türkiye’ye sergisi geldiğinde Picasso sergisi dediler hiçbiri imzalı değildi.Picasso eserlerinin parasını almadan imzalamazdı ve bir tüccardı Picasso bir sanatçı değildi.Malum dinin mensubu olduğu için bu kadar öne çıkarılıyor.Dünyanın yirmibir kentinde o sergi açıldı ancak tek orijinal sergi Barcelona’daydı.Onlar distribütör olarak açıldı.Türkiye’de ki sanatçılarımızın da çoğu bir sanatçının distribütörü.Yazarlarımızın çoğu bir yazarımızın distribütörü,siyasetçilerimizin çoğu başka bir devlet adamının distribütörü vsvs..kendin olmak meselesindedir sanat.Sanat toplum için değildir.Bu kavrama her zaman karşı çıkmışımdır.Sanat,sanat içindir.Sanat yaratıcılıktır,asla demokratik değildir.Talim ve terbiye gerektirir,kural gerektirir.Sanatın dönümü 70’lere denk gelir,dediğin özlemin başlangıcı,çünkü Andy Warhol bir laf eder;’’Bir gün herkes 15 dk.lığına meşhur olucak ‘’ der ,pop art,ama ben bugun düzelttim o lafı,diyorum ki ‘’bir gün herkes 1 dakikalığına rezil olur ve biter’’..önemli olan o bir dakikadır.sanat o andır.Şimdi ki zamandır sanat.Ne geçmiştir,ne gelecektir.Eğer şimdi ki zaman ki tekniği,duyguyu,malzemeyi ileride anlaşılabilecek vaziyette kaydetmeyi başarırsan geçmişte ki sanatı yarına taşımayı başarabilirsin.O yüzden sabun köpüğü gibi geçen şarkıcı türkücü dolu.Ama bugun bir A.Sami Yetik sanattır.Hoca Ali Rıza sanattır.Elif Naci sanattır.Nurullah Berk sanattır.Bedri kimliktir,kimlikten sanat olmaz,kimlikten şahıs olur.Şahıslar geçicidir,kurumlar ve eserler kalıcıdır.Bedrinin 7 yaşında yaptığı resim bende vardır,7 yaşından bu yaşına çok daha iyi işler yapmış olmalıydı,masturbasyon mendili sergilere koymamalıydı.Hülya Avşarın kocamın tuttuğu takımın renkleri değil bu tablonun renkleri demesi gibi.hani sözüm ona onlar sanatçı ,bizler zanaatkarız.Zanaatın olmadığı hiç bir yerde sanat olmaz.Atolye geleneğinin,usta çırak ilişkisinin olmadığı hiçbir yerde gelişme olmaz.Dolayısı ile sanat sanat içindir,toplum için değildir.
Yavuz : Moda her yıl neden daha uç noktalara gidiyor ?
Barbaros : Bakma o serserilere,moda geçmişinden kopamaz.Böyle bir şey mümkün değil,ancak moda geçmişe de özlem duymaz.Geçmişe asla dönemezsin.Mesela bir has kadife nerden bulucaksın.İpek böceğimi var artık,moda bir motiftir.Kendini yeniler.Kendini şekillendiren tek canlı insanoğludur.Mimarisinden,tiyatrosuna,resimine ,heykeline bilimine,ancak engellisini de yaşatan tek canlı insanoğludur.Doğa da hiçbir canlı engellisinin yaşamasına izin vermez.Şimdiler de genç arkadaşlar moda adına bir sürü absürt lükler yapıyorlar.Üç kollu gömlekler sekiz kollu pantalonlar abrakadabra şapkadan tavşan çıkarsa.Olmuyo tabi,fonksiyonlar var,basamak yüksekliği var,renkler var ,tavan yükseklikleri var,ışıklar var,mekanlar var,ışığın olmadığı yerde hiçbirşeyden  bahsedilmez zaten.Işığın temeli sanat zaten.Feyz alınır.Ressamlar da doğadan feyz almıştır,onu taklit etmeye çalışmıştır.Yoksa dine baş kaldırış değildir Rönesans dine hizmet etmiştir.

Yavuz : Bir söyleminde ‘’Terzi örtmemeli,soymamalı  ve giydirmemelidir ‘’. Demişsin.Ancak şimdi ki tasarımlar  mankenleri soymaya yönelik ?
Barbaros :
İşte elbise bitti karı satıyor o pezevenkler.Satıcak elbisesi olan,yapmaz bunu.Bunlar önplana vücudu çıkarıyorlar.Cinsel ve dinler devrimi eksik toplumlarda aseksüel,apolitik,asosyal kimlikler fazlalaşırlar.Popülerite adına yapılan işler.Elbise elbisedir,pantolon pantalondur,hepsinin adı ve normu vardır.
Yavuz : Modanın sanatsal açılımı nedir ?
Barbaros : Moda opera ile başlamıştır.Daha eskiden moda diye bir şey yoktu,üst düzeyin,monarşinin kendisi halkları sömürdüğü için,bir hiyerarşi şeklinde giyinirlerdi mesela,bir düşesin giydiği renkler mahduttu.Kraliçenin renklerini giyemezdi,kraliçenin dantelini kullanamazdı,içinde sarı giyilemezdi imparator dışında,ancak operanın gelişi ile (edebiyatla başlıyor temeli) o halk kahramanları ,robin hood lar ,saraydan kız kaçırmalar operanın halka inmesi ile halkın halk kahramanları gibi giyinmek istemesi ile moda başladı.Operada kostüm başladı.İnsanlar artık giyinmiyor insanlar artık kostüm seçiyor geçmişte ki gibi.Bir insanın stili yok artık.Bakıyorsun bugun Hülya Avşar kılığında öteki gün Seda Sayan kılığında,hep birilerine özeniyor kendi olmak istemiyor.Moda kendin olmaktır.İkonlaşmak öyle olur..
   Sanatsal düşündüğünde sanatçı kendine ayna tutar.Aynalar tersten gösterir bu yuzden topluma değil kendine tutmalıdır.Araba kullanırken dikiz aynandan baktığında ne yazıyor ambulans,karşıdan karşıya geçerken ne yazdığını okudun mu tersten yazar.Aynalar tersten gösterir,yeryüzünde aksını seyreden tek canlı insanoğludur.hiçbir canlı aksını seyretmez.Bir inek bile yalağa dilini su içmek için değdirdiğinde su titrer sadece su içme hissini yaşar,kendini seyrederek içmez suyu,narsizmi yoktur  canlılığın.Ama insan aynaya bakar,sevişir hep bunları prova eder aynada.Dolayısı ile aynanın olduğu yerdedir sanat,.Sanatçı aynayı nasıl kullanmalı;kendini aynada görmeli,aksını,tersini görmeli,ideallerini,savunduklarını ve karşıtlıklarını…Ama o aynanın arkasını görmek istediğinde o arkadaki sır ı kaldırmalı,o transparan camı bırakmalı,sadece görselini beğenmeli,yorumu tadı lezzeti onlara bırakmalı..


Yavuz : Magazin programlarına çıktığında …. (Barbaros Araya girer )
Barbaros : Eskidendi.Artık bir çok yayın grubunda haberlerimin yapılması yasak.Tiyatronun haberini yaptı bir gazete tam sayfa benim resmimi kesip yayınladı.Ben oyunda yokmuşum gibi yayınladı.sanata sansür uygulayan bir zihniyet..
Yavuz : Bu arada yeni duydum sigara tiyatro oyuncularına oyun içinde bile yasaklanmış ?
Barbaros : Evet,sahne de oyunda kullanamıyorsunuz yasak.Kutsal bakireleri binlerce dolara juri üyesi yaparlarsa bu da yasak olur.Bülent Ersoy’un hanımefendi muamelesi gördüğü bir ülkede sigara yasagını konuşmak abesleşti.Çok sinirleniyorum.Çağ dışı yobaz düşünceler..Atatürk’ün bir lafı vardır; ‘’Benim için 80 yaşında idealleri olan biri;genç,yirmi yaşında bir yobaz;ihtiyardır ‘’.. der ..Sadece çakralarınızı açmakla olmuyor aklınınızı açmakla oluyor.
     Biz bu tiyatro oyununda transeksüel arkadaşlarlada  oynuyoruz Fatih Saadet Partisi Başkanı geldi seyretti,MHP Beykoz ilçe başkanı geldi seyretti tebrik etti beni,en karşı olan adamlar geldi.Bir tanıyın karşınızda ki insanı .Bir eşcinsel millet vekili ben kıçımla değil başımla yönetiyorum bu ülkeyi dedi,ama bir meclis başkanı porno fuarında gezdiği söyleniyor bu ülkede.Kim neyiyle yönetiyor biz biliyoruz .O yüzden sigarayı yasaklasalar ne olur,yasaklamasalar ne olur..Dün başbakan sigara ödülünü alırken aynı oteldeydik,ben ona bakarak içiyodum sigaramı balkonda.

Yavuz : Halk ın modaya bakışı biz bunları giymeyiz giyemeyiz neden yapılıyor bu defileler ! diyorlar ?
Barbaros : Bize gelen herkes 30 yıldır dikdiklerimizin giyilebilir olduğunu harika olduğunu söylüyorlar.Ama giyilebilir şeyler diye gösterilen bu ülkede insanlara başörtüsü ve pardesü.Victoria nın gizemi ile ilgileniyor Türkiye o donun içinde ne var diye.Ben soruyorum bunu bu şekilde prim yapanlara acaba aradıkları organların,kökünü ya da dibini bulan olmuş mu ? Biz bu ülkede anneane torun elbise dikiyoruz,hangi kadın torunuyla annesiyle aynı yerden giyinebilir bu ülkede .Üç nesil bize geliyorsa biz insanlarımıza hizmet ediyoruz.Ancak biz metres,türkücü,artist bunları almayız.Bunlarla çalışmayız.Atolyelerimize sokmayız.Düz ayak yaşanmalıdır hayat.Doğu saraylarında padişah,vezir,köle aynı zemindedir,basamak yoktur.Batı saraylarında evet sutunlu bir ihtişama çıkarsınız,ama terkederken o merdivenleri inerek terkedersiniz.Yatak odamda demokrasi yoktur mesela.Söylemeden yapılır.Karanlıkta ve susarak sevişmem.Sekste yaratıcılık yoksa hayatta yaratıcılık yoktur.Karşında kinin kim olduğunu ne olduğunu görmeden bir başkasını hayal ederek mi seks yapıcaksın .ozaman şişme bebek alsınlar, 30 derecede yıkanıyor çamaşır makinasında..ama ülkede şişme bebeğini becerdi diye arkadaşını vuranları gördük,antalyada cansız mankene tecavüzü,damacanayı gördük ya..


Yavuz : Basının payı büyük bunda ..
Barbaros : Basın vatanhainidir bu ülkede,suçludur.Türkiye’de ki basın satılıktır.Her köşe yazarının sabıka kaydına bakarsan anlarsın ne olduklarını.Soyguncular,kadın satanlar,ihale peşinde koşanlar,milyon dolarla çanta ile yakananlar ama bunların hepsi sözüm ona beyefendidir.Medya patronlarına bakın kimi yedek parçacıdır,kimi inşaatçıdır..Gazeteci kökenlileri bitirdiler,Simaviler gibi Karacanlar gibi..
Yavuz : Bir Tv Kanalında muhteşem bir program yapıyordun ?
Barbaros : Toplu İğne.Habertürkte.Rtükten uyarılara dayanmadı bitti program.İddaa ları ise şuydu,Barbaros Şansal Türkçenin esnek yapısından faydalanarak eşcinselliğe ilişkin espriler yaptığı ve bu espriler aracılığı ile eşcinselliği meşru bir olaymış gibi yansıtmaya çalıştığı kanaatinden dolayı tekrarı halinde başka hiçbir program yapamaz,sunamaz vs vs… hukuki olarak bana resmi bir tebligat yollandı..şimdi 1 : Toplu iğnede jandarma ile eroin işbirliği yapılan bölümler vardı,terörü anlatan bölümler vardı,siyaset in soysuzlugunu anlatan bölümler vardı ama o kısımları ile ilgilenmediler.Ne ile ilgilendiler benim cinsel kimliğim ile ilgilendiler,iftira attılar.Azimle performasyon,mermerde deformasyon.Çengelli iğneyi yaptım Zahit akman bey kaldırın o yayını programdan diye telefon açtı kanala.
    Birtane daha yapıyorum şimdi,hem de bir engelli kanalında.Elimde tahta nalımla dizimde radyallar altılı ganyan bayiilerinin önünde sürünerek  çekmeye başlıcam  istiklal caddesinde.Bakalım kumarı kim oynatıyor,cumhurbaşkanı mı oynatıyor bu ülkede.Madem bu kadar müslümanlar,bu kadar imanlılar,bunca çeşit çeşit (iddaa,loto,toto)kumar oynanıyor devlet  kumar oynatıyor  ve bu kumar müesseselerininde yabancılara satışını onaylatıyor.Biliyormusun bir transeksüelin çantasında eğer kullanılmamış bir prezervatif bulunursa  fuhuşa teşvikten para cezasına çarptırılıyor.’’Kullanılmamış’’.Hem korunun diyorlar  hemde hale bakın.Yasaktır prezervatif dağıtamazsınız karakolluk olursunuz.3 çocuk yapın diyorlar birde..O yüzden mi tüp bebek merkezlerini kurdular  hepsi kaçak çalışıyor Türkiyede.%14’ü otistik ya da gerizekalı doğuyor,%46’sı genetik hastalık taşıyarak doğuyor,gelen donorlerin çoğu hapishanelerden geliyor,suça meyilli bir jenerasyon yaratılıyor ,neslimiz imha ediliyor.Köle mi yetişriticez insan mı yetiştiricez biz bu ülkeye ! Beş tane sömürgeci aile,yirmi beş tane çöpçü balık aile var bu ülkede ,otuz aile bu ülkenin kanını emiyor ve buna uyuyor butun ülke.Bir ben konuşuyorum zaten Ğ (yumuşak ge ) tipi ceza evi açılırsa benide alırlar içeriye.

Yavuz : 54 yaşında olmana rağmen muhteşem bir enerjin var.
Barbaros : Önden vermedim bakireyim,isteyenin emrine amadeyim.

Yavuz : nokta.
Yavuz: Klasik sorumdur.Türkiye sanatın neresinde ?

Barbaros : Ben öyle bir şey göremiyorum.Sadece batı toplumlarını değil dünyanın her ülkesine gidiyorum.Medeni toplumlarda sanat zaten bir dışavurum olarak vardır ve yaşar,ama siyonizme ve emperyalizme köle yapılan toplumlarda ki din sanatı hep yasaklamaya çalışmıştır,yaratıcılığı,çeşitliliği,farklılığı,bereketi kesmek için  sanat engellenir.Bak devlet tiyatrolarının,devlet opera balesinin kostüm arşivlerini büyükşehir belediyesi heba etti ve katı atık merkezlerinde yaktı .Siz geçmişinizi imha ederseniz ,geçmiş ve asalet satın almak için yaşarsınız.Bunlar iman ve namus fakiri.Zaten kitabın birini önden arkaya okutuyorlar,birine arkadan öne,öbürünü rulo halinde soktular bile.1948’de hemde.Adreside Filistin’de.

Yavuz: (sohbetin bir bölümünde hurma ile tasvir ederim birşeyi ve Barbaros ….)
Barbaros : Hurma diyince aklıma çekirdek gelir,çekirdek deyince maymunla şeftalinin hikayesi..Maymun Bursa’ya gelir ağaca fırlar,bütün şeftalileri arsızca koparıp koparıp yemeye başlar,yer yer yer yer…tıkanır..çekirdekler tıkar.ameliyatla alırlar çekirdekleri  falan,iyileşir..seneye tekrar gelir yine fırlar ağaca ,bir bakıyorlar : şeftaliyi yiyor,çekirdeği kıçına sokuyor,yiyor şeftaliyi çekirdeği kıçına sokuyor,niye diyorlar şeftaliyi yiyip çekirdeği kıçına sokuyorsun  yaaa çıkmasın sonra di mi diyor…nasılsa çıkıcak girdiğine göre diye düşünüyor.

       

         Bakmayıp görmeyi öğreniceksiniz,duymayıp anlamayı,koklamayıp nefsetmeyi,yemeyip lezzet almayı ,dokunmayıp hissetmeyi öğreniceksiniz.Kaburları donanıp yapıp,korkuları çıkarıcaksınız hayatınızdan..

13 Ekim 2011 Perşembe

Haldun Dormen Röportajı


Yavuz Şahin Başar : Çocukluk döneminizde,dadılarınızdan Janet’in sinema meraklısı olduğundan henüz okula bile başlamadan haftasonları birlikte gittiğiniz sinemalarda,müzikal filmlerle tanışmışsınız ve dünyaca ünlü sanatçıları küçük yaşta tanıma fırsatınız olmuş.İzlediğiniz ve gözlemlediğiniz bu eserlerin hayatınıza yön verdiğine inanıyormusunuz ?
Haldun Dormen : Tabiki.Janet sinema tutkunuydu.İzlediğim filmlerin o yaşta çok büyük katkıları oldu.Türk kültüründen çok Alman kültürü ile yetiştim.Yabancı dilimede çok faydalı oldu.Almanca çok iyi bildiğim için,Galatasaray’da Fransızcayı sonrasında İngilizceyi çok rahat öğrendim.
Y : Bu bağlamda bunu tecrübe edinmiş biri olarak, okul öncesinde sanat eğitiminin önemli olduğunu düşünüyormusunuz ?  
HD : Bence çok önemliydi çünkü bu bağlamda alman edebiyatını da alman kültürünüde erken yaşta öğrenmiş oldum.Dadılarım çok kültürlü kadınlar değildi ama ne olursa olsun,alman çocuk hikayeleri,almanların yaşam tarzları,bazı alman aileleriyle görüşürdük bu vesileyle ve ben iki kültürde yetiştiğimi düşünüyorum.Okul öncesi sanatı tanımanın çok faydası oldu tabiki..Yani dünyanın Türkiye’den ibaret olmadığını anladım genç yaşımda.
Y : İlk izlediğiniz tiyatro oyunu Othello imiş.Bu oyunun hayatınızda ki önemi nedir ?
HD : İlk izlediğim oyun galiba Othello’ydu ancak ondan önceleri çocuk oyunlarına götürmüşlerdi beni.O zamanlar şehir tiyatrolarının çocuk oyunlarında çok ünlü oyuncular oynarlardı.Othello’ya gelince,beni çok etkiledi.Prodüksiyonu çok etkiledi.W. shakespeare oldugunu bilmeden,hikaye beni çok etkiledi.oyuncular beni çok etkiledi  Cahide Sonku inanılmaz etkiledi,(sonrasında birlikte oynadım Cahide sonku ile). bir yerde hiç unutmuyorum dekorda bulutların bir yerden bir yere gitmesi beni çok etkiledi.
Y : Robert Kolejine babanızın iş alanında kendisine yardım ediceğinizi düşünerek sizi yazdırmış.Sizde kabul etmişsiniz,ancak ingilizce öğrenip Amerikada tiyatro okumak için.
HD :
 İlk önce Galatasaray’a gittim.ilkokul arkadaşlarım GS’a gittiği için.dört yıl galatasarayda okudum fransızca eğitimi alarak.oradan mezun olmadan son yılda babam ingilizce öğrenmemi istedi Yavuzcum,aynen söylediğin gibi iş alanında yardımcı olabilmem için.Bende artık ozamanlar da sanatçı olmaya karar vermiştim Amerikaya giderim orada eğitim alırım diye düşünüyordum bende o fikrimi gerçekleştirmek için kabul ettim ve koleje gittim.Kolej benim hayatımda dönüm noktası oldu çünkü orada sahneye çıkmaya başladım.Galatasaray da da çıkmıştım ancak çok az.Kolejde bir tiyatro hayatı vardı,klupler vardı bir sürü oyun sahneleniyordu.
Y : Sonrasında ise Yale Üniversitesine ailenizden gizlice başvurdunuz.
HD: Başvurdum çünkü orada iki tane Türk oturuyordu.Tunç Yalman ile Şirin Devrim..Tanımıyordum ancak kolejde ben ikinci yılımda iken onlar son sınıftaydılar.Onların orada olduğunu biliyordum ve Amerikalı hocalardan yaptığım araştırmalarda, o senelerde  Yale Üniversitesinin dışında da tiyatro adına çok ciddi okullar yoktu.Tek tiyatro okulu Yale idi ozaman.
Y: Girmesi zor olsa gerek ? 
HD: Değil,çok kolaydı.Kolay oldu.Sağolsun iki tane Amerikan hocalarım çok destek oldular,ben parlak bir öğrenci değildim kolejde,tiyatro,edebiyat dışında..diğer derslerim berbattı ancak yine de beni aldılar.hemen kabul ettiler..Şimdi olsa çok zor tabiki.
Y : Babanız tiyatro seçiminize karşıymış ? 
HD : O şöyle Yavuzcum,babam karşı olmadı hiç.Babam iş gereği Amerikadaydı mektupla bildirdim suratına söyleyemedim çünkü.Kolejin son sınıfındaydım artık bir sene sonra gitmeliydim.Bütün mahalle,bütün akrabalar herkes biliyordu bir tek annem ile babam bilmiyordu.Hatta kız kardeşim Güler hep yüreğine indiriceksin babamızın diyordu ancak ben kararlıydım ve yazdım ve heyecanla babamdan cevap beklemeye başladım ne olcak ne olucak acaba diye .Müthiş bir mektup geldi ve çok medeni bir adamın mektubu geldi.Madem sen kararlısın ve böyle bir şey yapmak istiyorsun benimde görevim sana yardım etmektir ancak bana söz ver  en iyisi olucaksın ve en iyi şekilde eğitileceksin.Benimde zaten isteğim buydu.Babam Kıbrıslıdır.Kıbrısta babam İngiliz okuluna giderken bir tiyatro oyununda oynamış  büyükbabam istememiş.
Y : Ozamanlar sanatçı olunmasını desteklemiyor istemiyordu galiba aileler ? 
HD: Bilmiyorum ki. Babam medeni bir insandı belki içinden üzüldü ama bana belli etmedi.
Y : Daha sonra aileniz tamamı ile destek verdi sanırım.
HD :
 Destek verdi evet,hatta birkaç kere tiyatroya yardım etti.Tiyatro müşkül durumda olduğu zamanlarda yardımını esirgemedi.Annemle birlikte oyunlarıma geldiler.Akrabalarımızı,arkadaşlarını,yakın dostlarını hep getirdi.Sonra da o ailenin tiyatrocu oğlu oldum.



Y : Muhsin Ertuğrul ile birbuçuk yıl çalışmısınız.İlk tanışmanız nasıl oldu ? 
HD : Ben Amerikada iken  planlarımı yapmıştım.Dedim ki kendime Muhsin Ertuğrul ile tanışayım birde üstüne tiyatrosuna gireyim.Gazete de takip ediyordum zaten.Sadri Alışık’lar,Münir Özkul’lar o zamanlarda çok başarılar kazanıyorlar,genç parlak bir tiyatro da Muhsin Ertuğrulda tiyatronun başında.Yapı ve Kredi bankasının desteği ile olan bir tiyatro.Tuhaftır ki şuan aynı bankanın sanat danışmanıyım.Bir dostumun babası şehir tiyatrosunda idi ve Muhsin Ertuğrul’u tanıyordu.Beraberde çalışıyorlardı.Onun vasıtasıyla ben bu yaz Türkiye’ye geliyorum ve Muhsin Ertuğrul ile bana randevu alın dedim.21 yaşlarındaydım ve bana randevu aldılar ve geldim Dragos ta ki evine götürdüler.Ben tabii heyecan içinde gittim.Kapı açıldı,çok sempatik bir adam ve beni paşam diye karşıladı.O karşılaması beni çok rahatlattı.Ben sizinle çalışmak istiyorum ancak ben iki sene daha Amerikadayım dedim.O da tamam,gel yerin hazır dedi.Sohbetimiz bitince ben tekrar Amerikaya döndüm.İlk seneden sonra ki iki sene Hollywood’da oynadım.Mezun olduktan sonra bir sene daha New York’ta kaldım,eğitimde eksikliklerimi tamamlamak istiyordum,biraz da Pariste kaldım sonra döndüm.Hemen küçük sahneye girdim,her provaya gittim.Dünkü çocuk diye bir oyun sahneye koyuyorlardı;Sadri Alışık,Münir Özkul ve Heyecan Başaran.Heyecan Başaran müthiş bir başrol ortaya koyuyordu ve maalesef Türk tiyatrosunun büyük kaybıdır,evlendi ve tiyatroyu bıraktı ama gerçekten inanılmaz bir oyuncuydu.Provaları bittiğinde bizim provalarımız başlıyordu ve ilk ben cinayet var isimli oyunla başladım. Lale Oraloğlu,Sadri Alışık,rahmetli Şükran Güngör  ile birlikte ben genç bir dedektifi oynuyordum.İlk Türk tiyatrosunda sahneye çıkmış oldum ve hemen cep tiyatrosu çalışmalarına başladım.Gençler geldiler tabii bende o yaşlardaydım,aralarında ; Erol Günaydın,Mümtaz Zeytinoğlu,Tuncay Önder bulanan gençler geldiler bana biz tiyatro kurduk bize yardımcı olurmusunuz dediler.Bende tamam dedim,bayıldığım şey.Onlarla da oyunlar sergilemeye başladım ve cep tiyatrosu kurduk hep beraber.Üç sene çok büyük başarılar kazandık.Küçük parmak sokağında bir binanın ikinci katında ve o kadro açılıcak olan Dormen Tiyatrosunun kadrosunu içinde barındırıyordu.1955’te zaten Dormen tiyatrosunu kurmuştum,Papaz kaçtı oyunu tiyatronun ilk oyunuydu.İlk tiyatrom Beyoğlunda ikinci açtığım tiyatro Feriköyde idi ve bu tiyatrolarla çok büyük isimler yetişti.
Y : İlk tiyatronuzu 1955’te Beyoğlunda açtınız,kapattınız.İkinci tiyatronuzu 1957’de Feriköy’de açtınız 1977 yılında ekonomik sıkıntılardan ikinci kez kapattınız ve daha sonra 1984’te açtığınız tiyatroyu tekrar ekonomik sıkıntılardan kapattınız.Bir çok isim yetiştirdiniz ve tiyatro için elinizden geleni yaptığınız halde bu yaşanan ekonomik sıkıntıları neye bağlıyorsunuz? 
HD :
 Bunu neye bağlıyorum biliyormusun Yavuz ! Ben hesabını bilmeyen bir adamım,ben iş kafası olmayan bir insanım.Herşeyin estetik olmasını,herşeyin en iyi olmasını kendi kafama göre mükemmel olmasını istiyorum.O yüzden de hiçbir fedakarlıktan kaçınmak istemiyorum.Dediğin gibi ülkede tiyatro için elimden geleni yaptım,müdürlerimle kavga ediyordum.Hayır bu olucak diye.Ya yapma çok masraflı derlerdi,ben hayır olucak diyordum ve yaptırıyordum.Ancak herşeye değdi.Çok iyi işler yaptık.
Y : Türk seyircisine kırgınlığınız var mı ?
HD : Hiçbir kırgınlığım yok.Seyirci beni el üstünde tutuyor her zaman.Oynadığım oyunlar doluyor,ayakta alkışlıyorlar sahneye çıktığımda bu yüzden hiçbir kırgınlığım yok.Çok şey öğrendiğimi düşünüyorum,iyimser bir insan olduğum için kötü hiçbirşey düşünmüyorum.
Y:Tiyatro seyrcisi nasıl bu zamanda Türkiye’de ? 
HD : Tiyatro en parlak zamanını yaşıyor bu zamanda Türkiyede.Küçük,büyük üçyüzaltmışbeş tiyatro perdesini açıyor,haftanın belli günlerinde oyun veriyor,bu çok büyük bir şey.New York’ta,Tokyo’da ve Londra’da farklı değil,hepsi bu işte ancak devamlı oynayan,bilinen belki yirmi tiyatro var.Ama geri kalan üçyüztane de içlerinde fevkalade genç oyuncularında oynadığı tiyatrolar var ve türk tiyatrosunun geleceği onlar.
Y: Tiyatro izlemek bir kültür ve bilgi birikimi sonuçta.Türkiyede bu eğitim seviyesini yeterli buluyormusunuz ?
HD :
 Türkiye’de olmaktan çok mutluyum,hiçbir yerde yaşamak istemiyorum.Böyle bir ülke yok. Anadoluya çok gidiyorum ben,turnelerle.Orada ki fışkırmaları görünce çok mutlu oluyorum eskiden böyle değildi.Ancak eğitim beni çok üzüyor,yeterli bulmuyorum.Genel kültür diye bir şey kalmadı.Dünyada tek bir dil var o da kültürün dili.Bugun aktör olupta Muhsin Ertuğrul’u bilmeyen var.Şaşılacak şey.Geliyor bana aktör olmak istediğini söylüyor,tiyatroya da ilgisi var Muhsin Ertuğrulun adından başka bir şey bilmiyor.Bu korkunç bir şey.Tek üzüntüm kültür eksikliği,eğitim sistemi çok baştan savma.Bunun düzeltilmesi gerekiyor.
Y: Potansiyel var mı gençlerimizde ?
HD : Baksana karşımdasın,genç ve başarılı bir adamsın, olmaz olur mu.Ülkeye gelince,Napolyon’nun bir sözü var;bırakın Çin uyusun,ancak yıllar sonra uyuduğunda karşınızda korkunç bir canavar görüceksiniz der.Çin şimdi tüm dünyaya hakim olmaya başladı.Bende diyorum ki bırakın Türkiye uyusun ancak yıllar sonra karşınızda korkunç bir canavar görüceksiniz.Çünkü herşeye rağmen belki çok iyimser bulucaklar beni ama Türkiye ekonomisiyle,sanatıyla,insanıyla müthiş bir ülke olucaktır.Ben bunu anadoluya gittiğimde hep görüyorum.
Y : Tiyatroya gidilmemesi sizce maddi bir kayıp mı yoksa üzerinde konuştuğumuz eğitim noksanlığı mı ?
HD :
 İstanbulda tiyatroya gidilmemesinin sebebi maddi olanaklardır.Dormen tiyatrosu seyircisi orta sınıftı,memur sınıfı,aileler gelirdi.Şimdi çok pahalılaştı orta sınıf gidemez oldu.ikincisi Tv çok daha rahat geliyor insanlara,tvlerde çok kaliteleşti dizilerimizle,filmlerimizle.Ben bile dizi izlemezdim,şimdi izliyorum.Ciddi bir rekabet.
Y: Devlet tiyatrosu olması doğru mu sizce ? Devlete bağlı bir tiyatro ne kadar muhalif olabilir ? Mantıklı mı ?
HD :
 Şu bakımdan mantıklı onca anadolu illerine gidiyoruz,devlet tiyatroları olmasaydı orada ki illerde tiyatro olurmuydu düşünmek lazım.İzmir gibi muhteşem bir şehirde bile tiyatro yok.Şimdi şimdi başladı gelişmeye.Ama belki sistemi değiştirmek lazım,İngiltere’dek i gibi kontratlı oyuncu alınması daha mantıklı olur.
Y: Siz kendi tiyatronuzu kurmayı neden bu kadar istediniz peki ?

HD : Kendi isteklerimi gerçekleştirmek için istedim ve bir çok şey getirmiş olduk.Önceden herkes kostumlerini kendi uydurur,bulup giyerlerdi.Hayır dedim bu sahnenin bir gardolabı olmalı,her oyunda farklı kostumler,karakterlere uygun kostumler olmalı.Bunu getirdim,tempoyu getirdim,reji anlayışını getirdim.Kendi tiyatromuda kurarken hep tiyatroya katkı sağlamak istedim.
Y : AKM nin hala açılmaması hakkında ne düşünüyorsunuz ?
HD : Çok acıyla karşılıyorum.Bence asıl ucube o.Orada duruyor hiçbirşey yapılmadan.Kültür Bakanımız ne yapılması gerekiyorsa yaptırıp açılmasını sağlamalı,İstanbulda herşey var opera binası yok olcak şey değil ki varken yok.Yokken yok değil.Çok üzülüyorum ve çok karşıyım açılmamasına.



Y: İnsanların Haldun Dormen deyince sizi ayrı bir yere ayrı bir saygınlıkla karşılamasını neye bağlıyorsunuz ? 
HD : Benim insanlara duyduğum saygıya bağlıyorum.Hayatımda hiçbir zaman bir sevenimi geri çevirmedim.Bazen ilgi saatlerce sürüyor ancak hiç geri çevirmiyorum,ancak sokakta yürümek çok zor oluyor tabi,bir kişi yirmi kişi oluyor bende kıramıyorum o sebepten çok fazla dışarı çıkamıyorum.Bazen ilgi yoğunluğu olunca gelip beni kurtarıyorlar.(Gülüyor)
Bu arada müthiş sorularla geldin..Gelirken aldığın kayısılı tartta en sevdiğim tarttır.Teşekkür ederim.
Y:Ben teşekkür ederim afiyet olsun :) ...


8 Ekim 2011 Cumartesi

Mehmet Turgut Röportajı

Genel çalışmalarına bakıldığında kurgusal bir düzlem
dikkati çekiyor. Eleştiri alıyor musun bu konuda?
Çünkü genel izleyici ve takipçi kitlende böyle bir
sıkıntı söz konusu ?
Fotoğraf şu anda çağımızın en popüler sanat akımı; resmin,
heykelin, müziğin bir kalemi şu anda üzerinde… Fotoğrafın
da içinde en popüler olanı; zihinden, beyinden
çıkan fotoğraflar. Evet, belki dijital ve teknik araçlardan
dolayı fotoğraf makinesinden çıkan işler minimuma indi
ancak bu zamanda artık beyniyle fotoğraf çeken yani hissederek
kurguyla yaptığı kompozisyonla işler çıkaran fotoğrafçılar
bu anlamda diğerlerinden sıyrılıyor. Zaten benim
de Mehmet Turgut olmamı sağlayan bu. Bundan rahatsızlık
duyanların yanı sıra bundan hoşnut olanlar da
var. Ben yaşadıklarımı, gördüklerimi, hissettiklerimi fotoğraf
yoluyla fotoğrafa döken bir sanatçıyım. Ne yaşarsam onu çekeceğim. Yaşamadığım bir şeyin fotoğrafını da
çekmek istemiyorum açıkçası. Yaşam biçimim bu. Yaşamım
devam ettiği sürece fotoğraflarım da bu doğrultu da
devam edecek.
Çalışmalarında genele bakıldığında bir karamsar ve
kasvetli bir hava var. Bu tarzının kaynağı da mı yaşadıkların
ve deneyimlerin?
Karamsar yönümün ağır bastığı dönemlerde yaptığım işlerde
depresiflik hâkim olabiliyor. Aynı zamanda renkli
hatta trajikomik işlerim de var. Neyi hissediyorsam onu
çekiyorum.
Fotoğraf sana neyi ifade ediyor? Gelir kaynağı olarak mı
görüyorsun? Sanat için mi yapıyorsun? Sana göre
tarifi nedir fotoğrafın?
Sanırım fotoğraf, gün içinde en çok kullandığım kelime.
Neredeyse nefes sayısının yarısı kadar fotoğraf diyorum.
Kendimi bildim bileli fotoğrafçılık yapıyorum ve onu bir
araç olarak kullanıyorum, yani iki yönlü bir araç. Birincisi
gelir kaynağı olarak, kiramı ödeyebilmek için. İkincisi
kendimi ifade edebilmek için. “Bileğimi kesip pis kanı
akıtmak” sanatçıların klasik cümlesidir. Fotoğrafı aynı
zamanda bir tedavi aracı olarak kullanıyorum. Bu yüzden
çektiğim fotoğraflar ruh halimi yansıttığından kurgu
bile olsa gerçeğe yakın işler oluyor. Fotoğrafta olan karşıdaki
insana da yansıyor ve bu doğrultuda aldığım mimikler,
ifadeler ve eleştiriler daha gerçekçi oluyor.
Adını taşıdığın dedenin de bir fotoğrafçı olduğunu
biliyoruz. Tabi ki bunun aileden gelen bir gelenek olması
çok hoş. Bugünkü yeteneklerin, tecrübelerin,
işlerin ve tarzın dedenden kalan genetik bir bağ
olduğuna inanıyor musun? Yoksa bu sadece bir tevafuk
mu?
Yavuzcum,sadece dedem değil, babam ve amcalarımda fotoğrafçıydı.
Ancak şöyle bir şey var; sanatın genetik olarak geçtiğine
inanmıyorum. Bir insanın sanatla uğraşması, bir sanat
icra etmesi ve bir eser ortaya koyabilmesi için hissetme
yetisinin, algılarının, günlük olaylara bakış açısının diğer
insanlardan daha gelişmiş olması gerekir. Bu algı açıklığı
da fizikselden çok ruhsal bir durum... Ruh biçimi de genetik
olarak nesilden nesile geçmez. Sonuç olarak benim
ailemden aldığım şeyler; negatifler, film banyoları, baskı
teknikleri, fotoğraf makineleri. Bunların içinde büyümemin
artısı, fotoğrafla uğraşan birçok insanın korktuğu
şeylerin beni tedirgin etmemesidir.
Peki, fotoğraflarında insanlara anlatmak istediğin
bir şeyler var mı? Sosyolojik, psikolojik veya felsefi bir
anlatım kaygın var mı?
Şimdiye kadar fotoğraflarımda hiç toplumsal mesaj vermedim.
Bunun için henüz erken olduğunu düşünüyorum
kendi adıma. İlerleyen dönemlerde birçok konuda etkinleşip,
sonrasında toplumsal işler yapacağım. Ticari işler
ve reklam fotoğrafları dışında kendim için çektiğim fotoğraflar
benim tatminim oluyor; kişisel egomu bir şekilde
fotoğrafla sürdürmem, onu doyurabilmem ve dediğim
gibi o pis kanı akıtmam için.
Çıktığınız fotoğraf yolculuğunda size kimler destek oldu?
Kimseden aşırı bir destek almadım. Geçenlerde İstanbul
Ticaret Üniversitesi’nde bir seminer esnasında bir öğrenci
yine buna benzer bir soru sordu. Gençler, Mehmet
Turgut’un odasında bir sürü bilgisayarı, bilgisayar başında
oturan çalışanları, ekibi, çok büyük fotoğraf stüdyoları
ve arkasında çok büyük bir güç var zannediyorlarmış.
İnanılmaz iş temposu içinde her yere koşuşturan asistanlarım
olduğu zannediliyor, yanılıyorlar.
Aksine çok mütevazısın
Mütevazı olmak zaten benim sanatımı her daim geliştirecek
bir şey olacak. Sadece yaptığı işlerle yaşamak, onların
arkasında sığınmak her şeyden önce çok büyük bir korkaklık
gibi gelir bana. Ben her zaman mütevazı bir insan
olarak, sakin fotoğraf stüdyom ile minimal, doğal ve samimi
bir çizgide ilerleyeceğim.
İnternette bir yazında “Daha fotoğraf çekmeye başlamadım”
demişsin. Bu bir çelişki mi yoksa bir itiraf
mı? Bu zamana kadar yaptığın işleri hiçe saymak mı
bundan sonrası için?
Ortada yapılan çalışmalar, çekilen fotoğraflar ve uluslar
arası ödüller var. Dışarıdan ilk bakıldığında göze inanılmaz
büyük kocaman bir gezegen, bir galaksi gibi görünebilir
ancak ben bunları sadece ufak toz taneleri gibi görüyorum.
Çünkü ben, beni izleyen, takip eden bir nesli yavaş
yavaş açtığımı düşünüyorum. Yaptığım işlerin arkasındaki
tipleri, içinde farklı cinsellik, tutsaklık ve bunun
gibi birçok şeyi yavaş yavaş, alıştıra alıştıra sunmak istiyorum.
Şu anda çektiğim fotoğrafları bir sene önce çekip
sunsaydım, aynı anlama gelmeyeceklerdi. Bir sene sonra
çekeceğim fotoğrafı şimdi insanlara sunarsam yine yerinde
olmayacaktır. Sadece yurt dışında bu işi yapmak
ve yurt dışındaki insanlara hitap etmek istemiyorum, bu
yüzden de yerine ve zamanına göre hareket etmeyi düşünüyorum.
Üniversite okumaman senin için dezavantaj oluyor
mu? Yoksa fotoğrafçılıkta her şey okumak değil mi?
Fotoğrafçılık okumayı pek yerinde bulmuyorum. Ara Güler
“Fotoğrafçılık okulu olmaz” der. Sanatçıyı, sanat tarihini
bilmek, sanat akımlarına hâkim olmak, konular hakkında
fikir sahibi olmak besler. Zaten liseyi bile zor bitirmiş
haylaz bir adamdım ben, ondan sonra da baskıya gittim
geldim ve fotoğrafçılığa devam ettim.
En çok kimin veya neyin fotoğrafını çekmek istersin
ya da isterdin?
Öyle bir takıntım yok, şunun fotoğrafını çeksem dediğim
bir şey için düşüncem olmadı.
                                                                Kendini dönem olarak nerede görüyorsun? Üretken
                                                                bir dönemde misin, durgun bir dönemde mi?
                          Ankara’dan yeni geldim, yaklaşık beş ay oldu. Ankara’da
                          iken sanatsal anlamda daha üretkendim, ancak burada
                          beni rahat bırakmıyorlar. Birçok proje var. Albüm fotoğrafları,
                          konser fotoğrafları derken zaman yorucu ve süratli
                          geçiyor. Ama yine de aralarda duramıyorum, gecenin
                          bir yarısı bir şeyler çekiyorum. Ancak dediğim gibi
                          Ankara’da sanatıma daha çok zaman ayırabiliyordum.
                          Sence Türkiye sanatın neresinde? İnsanlar fotoğraflarınızı
                          nasıl buluyor? Nü çalışmalarınızdan hiç tepki aldın mı ?
                          Hayır. Çok fazla tepki alan fotoğraflarım olmadı, geçen
                          yıl Viyana’da bile daha ters tepki alan fotoğraflarım oldu.
                          Nü çalışmalarım var ancak içinde hiçbir zaman erotizm,
                          cinsellik durumu yok. Cinsellik olsa bile, mutlaka bir hikaye
anlatımı var. Bu yüzden çırılçıplak bir fotoğraf ortada
durduğu zaman bile herhangi bir yaş grubundan herhangi
bir tarz insandan tepki almıyorum.
Bu demek oluyor ki çektiğiniz her fotoğrafa bir anlam
yüklüyorsunuz. Bu güzel röportaj için çok teşekkür 
ederim  Mehmet, keyifliydi.
Ben teşekkür ederim Yavuzcum bu keyif için.

Haluk Bilginer Röportajı

Yavuz Şahin Başar:tiyatro hayatınıza ilk nasıl girdi ?

Haluk Bilginer:izmir'de.lise yıllarında,bi gazetenin açmış oldugu yarısmada en iyi erkek oyuncu seçildim.onra izmir devlet tiyatrosu beni davet etti,orda oynadım..öyle başladım.

YŞB:bu en iyi erkek oyuncu seçildiğinizde ki oynadıgınız tiyatro türü neydi neyi serilemiştiniz ?

HB:okul oyunuydu.nikah kağıdı

YŞB:sizi ilk oyunculuğa kim teşvik etti ?

HB: hayır hiç kimse teşvik etmedi Yavuzcum,ben kendim oyuncu olmak istedim.

YŞB:eğitiminizden sonra 1977'de londraya gidiyorsunuz,nasıl gidebildiniz,fikir aldıgınız insanlar oldumu ?

HB:Yok hayır,ben hep gitmek istiyordum zaten,Türkiye'nin yetmiceğini biliyordum,Türkiye yetmez derken,İngilterede yetmez tek başına,Amerika'da yetmez,ömür yetmez..ancak Türkiyenin dışındada eğitim almak için ben hep gitmek istiyordum.
YŞB :londrada indiniz ve sırtınızda çantanız..ne yaptınız nerde kaldınız ?

HB: okula kayıt olmuştum zaten,bir ailenin yanında kaldım.önce ingilizce okudum sekiz ay..

YŞB :dil konusunda birikiminiz varmıydı gittiğinizde ?

HB :vardı ancak okul ingilizcesi.hangi okulda olursa olsun Türkiyede yeterli değil dil eğitimi.yabancı dilde eğitim zaten başlı başına bir skandaldır.burda o yabancı dilide öğretmezler size,kendi dilinizi unuttururlar sadece.hiçbir dil bilmeden mezun olursunuz.onun için gittiğimde öncelikle ingilizceyi dogru düzgün ogrenmeye çalıştım.sonrada Londra Akademisine girdim ve orda okudum..bana iş teklif ettiler kaldım.92 senesine kadar orada kaldım.

YŞB : sizin geçmişinizden bahsederken aklıma dario moreno geldi.dario'da ilk uçağa bindiğinde yabancı dili ve cebinde parası yokmuş,ve daha sonra dünyaya hitap eden bir yıldız olmuş.

HB : evet.benzer yonlerim çokmuş düşündüğümde.izmirlidir dario morenoda.

YŞB : İngilterede bir müzikal de sesinizi dinleme fırsatı buldum bir tv programında,benim düşüncem mükemmel bir hakimiyet,mükemmel bir sesti dinlediğim.Türkiyede neden müzikal yapmıyorsunuz ?

HB : ülkemizde böyle bir müzikal geleneği yok.bazen deneniyor böyle şeyler tabi ama olmuyor,geleneğimizde yok.insanlar benimseyemiyor.doksan bir yılında bizde yaptık,biz de kankardeşlerin müzikalini oynadık,ancak dediğim gbi bir yabancı formattır müzikal .Amerika ve İngiltere kökenli bir format.bizde genelde evita müzikali yapıldı türkiyede ancak bunların hepsi yabancı müzikallerdi,ingiliz kökenli idi.çok fazla bizim olmayan bişi oldugu için tr'de yerine oturmuyor.

YŞB : bu sorudan çok sıkıldıgınız hatta soru olarak kabul etmediğinizi biliyorum.sorum Atatürk hakkında..

HB : sakın nasıl bir duyguydu deme...

YŞB :haha hayır..

HB : o duygunun bir cevabı yok..

YŞB: AKM de dört yıl Atatürk rolu oynamıs biri olarak soruyorum.İnsanlara tiyatro okuyorum ya da tiyatrocuyum dediğinizde insanlar size umutsuz bir vakka gibi bakıyor.ancak atatürk rolu oynuyorum dediğinizde ise bütün ilgi odak sizde toplanıyor.sizdede buna benzer bişi yaşandı.atatürk rolunuzden sonra çok daha önplana çıktınız,roportaj istekleriniz çoğalıp daha fazla sizden fikir almak istendi.bunun nedeni nedir sizce bir özlem mi ?

HB :röntgencilik...Atatürkü nasıl oynadı ! başka hiç bişi değil.Ataturkü oynamak nasıl bir duyguydu sorusunun cevabı ne olabilir ? ne olcak ki..makyaj yaptılar oynadım..

YŞB : Atatürkün yerine koymaya bağdaştırmaya çalışıldı..?

H:bizde hamaset çok önemli bir duygu.biz hamaseti ve sloganı çok seviyoruz.hayır ne oluyo ki atatürkü oynayınca.size ne oldu ? sabah farklımı kalktınız ? ama biz kutsallaştırmayı ve hamaseti çok severiz.yoksa hiçbir nedeni yok.Atatürkü oynamakla amheti mehmeti oynamanın hiçbir farkı yokki..bir rol o.

Y: devamlı soylediğiniz birşey var..İngilterede futbol seyircisinden çok daha fazladır orda tiyatro seyircisi ? bunun nedeni ne peki..eğitimden mi,sosyolojik gelişimi bu yonde oldugu içinmi,yaşam felsefesimi ? nedir ?

H: evet boyle bir istatiksel gerçek var.eğitim ve kültürle alakalı,şimdi türkiyede delinin biri çıksa deseki tiyatroyu yasaklıyorum..kaç kişi ses çıkarır sizce ? hiç bişi olmaz,bi kaç tane tiyatrocu yürür ankaraya o kadar.İngilterede böyle bir şey yapsanız söyleyeni tımarhaneye atarlar.

Y: bu bize kasıtlımı yapılıyor o zaman ?

H : tabiki..toplumu cahil bırakmazsanız yönetemezsiniz ki...cahil toplum lazım yönetmek için.diğer türlü toplumu yönetemez işsiz kalırlar.cahil olacaklar ki koyun gibi güdebilesiniz.

Y: Tiyatral açıdan çok önemli oldugunu düşündüğüm bir soru sorucam.Türkiyedeki ödül törenlerine siz ve kadronuz katılmıyor,nedeni nedir ?

H: hiç inandırıcı değil.çok yapay birşey çok plastik çok naylon birşey.geçenlerde bir ödül töreni hakkında yazı okuyorum,seçici kurul ve ödül alan aynı kişiler.bu bir skandal değil mi ! bu skandalı ben dile getirsem tiyatrocular birbirlerini çekemiyor diyecekler,ama bu gazeteci işi,niye yazmazlar !

Y: çok hoşuma giden bir demeciniz var bu konuyla ilgili..''diyarbakırdaki tiyatrocu neden bu ödüllerden alamıyo,ozaman bunun adı istanbul ödül törenleri olsun '' demiştiniz.

H : evet.neden trabzondaki,vandaki,amasyadaki tiyatrocular ödül alamıyo..ozaman bunun adına istanbul törenleri diyin,körler sağırlar birbirini ağırlasın ne haliniz varsa görün.bunlar hep gösterişten,bakın biz sanata nasıl önem veriyoruz dışa vurumundan başka birşey değil.

Y: belkide daha ticari düşünüp reklam kampanyasına dönüyordur..

H: reklam da değil.ne oluyo ? o tiyatronun salonlarımı doluyo..ama olmuyo ki birşey.ben ödüllere girmiyorum ama salonlarım aylarca dolu.ne oldu..demek hiçbir faydası yok.kendilerini eğlendiriyorlar sadece.kokteyllere gidiyorlar ellerinde içkiler,sorsan sanata ve sanatçıya destek oluyoruz.içki reklamı serbest olsa sanat senin umurunda olur mu eey efes !! içki reklamı serbest olsa tvlerde sen tiyatroya para verirmisin efes..ödüllü yarışma düzenlermisin.düzenlemezsin.

Y: devlet tiyatrosu ile özel tiyatroyu birbirinden ayırma mantıgı nedir ?

H: devletin tiyatrosunun olması tuhaflıktan öte bir skandaldır.herkes dünyada devlet tiyatrosu var zanneder,türkiye dışında hiçbir ülkede yoktur.ulusal tiyatro vardır her ülkede.ama ülkemizde ulusal tiyatro yoktur.devletin yönettiği tiyatro olabilir mi ? devlet tiyatronun başına müdür atayabilir mi ? nasıl tiyatro yapıcak..çnkü tiyatro her sanat dalında oldugu gibi muhaliftir.devletin tiyatrosu olunca nasıl muhalif olucaksınız devlete ?olamazsınız ki ..devletten alıyosunuz maaşınızı.nasıl muhalefet yapıcaksınız.yani sanatın özüne aykırı birşey.o zaman devlet ressamıda olması lazım.devlet ressamı ne resmi yapıcak ? devlet savaş resmi isticek,sen anti savaş resmi yapamazsın.nasıl olucak o iş..sanata aykırı bi kere.devlet tiyatrosunun derhal lav edilmesi lazım.ulusal tiyatro kurulmak kaadiyle.herkesin kovulması lazım devlet tiyatrosundan.

Y:ülkemizde sanat ve siyaset aynı kefeye konmaya başladı ?

H : aman aman onlar sanata karışmasın.siyasetçiler sanata hiç bulaşmasın.

Y:levent kırca üsküdardan aday oldu biliyosunuz..ben çok mizahi buldum yaklaşımlarını..

H: sanatla siyaset yanyana yürümeyen birşeydir.siyasetin amacı iktidardır.sanatçının amacı muhalefettir.asla buluşamazlar ki.çelişen iki şeydir.siyasetle mutlaka ilgilenmek zorundasınız.ilgilenmek başka birşey,ama ben başbakan olmak istiyorum dersem ben oyunculuk yapmamam ki.

Y: sanatsal anlamda üretim ve yaratıcılık sorunu,stresi yaşadıgınızda ki sanatçı bu sendromları çok sık yaşar,bu durumdan nasıl kurtuluyorsunuz ?





H: bu sevişirkende başınıza gelebilir.sadece sanatla ilgili değil.sevişirkende canınız istemeyebilir o an.ama o canınızın isteyebileceği dinamikleri harekete geçirmeniz gerekiyor.eğer ben oyuncuysam,seviyorsam o bir beceridir artık.böyle tiyatroyu bulutlar üzerinde,acayip yaratıklar,insana benzemeyen yaratıklar olarak göstermeler bunların hepsi yalan,dolan.hani derler ya ''ay ben rolumun çok etkisinde kalıyorum''bunu soyleyen bilin ki yalancı..adi yalancı hemde.ya da ruh hastası.derhal hastaneye yatması lazım yazık yakınlarına yazık.peki niye bu yalanı soyluyorlar !kendilerine ve becerilerine olan güvensizlikten.yaptıkları işi başka bir yere oturmak istiyorlar ki herkes vaay desin..ayıp..vaay elektrikçi diyomuyuz,vaay marangoz diyomuyuz,vaay bakkal..peki neden vaay tiyatrocu diyoruz ? tiyatroyu ya da oyunculuk yapmayı kutsallaştırmak niye.bi eksikliğin mi var,birşeyimi beceremiyorsun da slogan atıyorsun. zaten becerilemeyen şeyleri dikkat bir et slogan eklenir.beceri bir eksikliktir.
Y: Yurtdışında da çalışmış bir sanatçı olaraktan Türkiyede ne noktadada sinema ?
H:
sinema türkiyede sektör niyetine çalışıyor sinema artık para kazanan bir sektör haline gelmeye başladı ve yatarımcılar sinemaya para yatırmanın eyer tutarsa akıllı bir iş oldugunu görmeye başladılar yani 1milyon dolar yatırırsanız 10milyon dolar kazanabiliceğizi görüyorsunuz artık para kazana biliyor sinemedan bu bı bakıma sinemanın gelişmesi için iyi bişiy çünkü sektör oldunu unutmamak lazım siz bişiy para harcıyorsunuz seyirciler geliyor o filmi seyrediyor ve siz para kazanıyorsunuz tekrar başka bir filme yatırıyorsunuz ve böylece bu döngü gidiyor yeni yeni filmler yapılıyor ama çok film yapılması lazım ki arada  bir iki tane usta işi şeyler çıksın yani bir tane yapılır .... çıkamaz mümkün değil 100 tane film yapılırsa belki 1 tane çıkar yani mozart viyanada tesadüfen çıkmadı bin tane 7 yaşındaki çocuk keman çalıyordu ve bir tane mozart oldu o zaman bin tanede mozart  çıkardı çıkmaz ama bin tane çocuk çaldığı için bir tane mozart çıkar hiç bir çocuk keman çalmazsa mozart da çıkmaz mozart kömürcü çırağı  olabilirdi keman çalmıyorsa o zamanlar kimse keman çalmıyordu ise kimsede al şu kemanı çalda çocuğum demediyse beş yaşında o sadece kömürcü çırağı olabilirdi mozart da olmazdı dünyada…

Y: Türkiye de ayrıca sanatın gelişimi için tiyatroda özellikle eğlence ve sanatı ayırmak gerek..
H:
o zaman gelişmi bir ülke olucaz tabi eğlence başka bişiy sanat başka bişiy eglenceyede ihtiyacımız var sanatada çok ihtiyacımız var.bunun ikisini birden gidebilirsek-yapabilirsek gelimiş toplum  olucaz.gelişmiş toplum olmamayışımızın nedeni sosyolojık ve ekonomik nedenler mesela ayda 750 liraya yaşamaya çalışan birine neden tiyatroya gitmiyorsun diye soramazsın döverler adamı niye gitsin tiyatroya ya gitmez tabi o ancak ekmek yicek kirasını ödicek falan filan ama şimdi ekonomi geliştikce ve insanlar daha çok para kazandıkça zenginleştikce o kalan parayı başka şeye harcamak istiycekler sonra kartlara bakıcaklar neye harcıyım yedim içtim kiramıda ödedim para var elimde napıyım kültür varsa altında onun altında  bir eğitim varsa  kendine bir iyilik yapmak istiycek ben neyden hoşlanırım gidip bir müzik bir konser dinliyim ya ya da bi sinemaya tiyatroya gidiyim o paramı oraya harcıyım kendisi için bir yatırımdır çünkü sanatı izlemek sanatla yakınlaşmak sizi geliştiren  dönüştüren değiştiren bişiydir buda çok lazımdır insan olabilmek için..

Y: Parasını kazanı kazandıktan sonra mı bu eksikliği hissedicek ?
H:
hayır hayır bu eksikliği hiç bir zaman hissetmicek eğer o eğitim yoksa yani 50 bin dolar kazansada o eksikliği hissetmicek tam tersi şimdi o kültür o algı değişti zaman  toplumda yetecek kadar paranın üzerinde para kazandığında sanata kazanmaya düşünecek yoksa şuanda  yanı hayatında sanatla hiç temas etmemiş bir insan lotodan 20trilyon çıksa napıcak o parayı harcamasını bilemez ki parayı kazanmak önemli değil harcamayı bilmek önemli  harcamayı bilmek içinde baya alt yapı gerekmektedir kültür gerekir birim gerekir yoksa herkes parayı kazanabilir yarın lotodan  20trılyon çıksa napıcak bu adam hiç bişiy bilmiyor yani hiç yapmamış hayatında sadece ekmeğini kazanmak çocuğunu doyurmak ve evinin kirasını ödemekle geçirmiş bir hayat pek kendinine vakit ayırmamış yani kendini kitap okumamış tiyatroya gitmemiş sinemaya gitmemiş o parayı napıcak harcamasını bilemez ki bilebilir mi sizce ne ile harcıcak o parayı sadece kendisine daha büyük bir ev alıcak çocuklarını özel okullarda okutacak ingilizce ... okuluna verecek halbuki türkçesini unuturmaya gidiyorlar oraya napcak bilemiycek soru sorması lazım parayı harcaması için bir insanın soru sormayı öğrenmesi lazım biz ne zaman doğru soru sormayı öğrencez ve yanıtını verıcez ne zaman gelişmiş bir ülke olucaz mesela kendimize şu soruyu sorcaz ,bir marangoz kensine şu soruyu sorucak benim meslektaşım Petit her yıl türkiyeye antalyaya tatile geliyor ben ne zaman Parisi göricem bu soruyu sorudugunda turkıyede duzen  degısır onun meslektası gelıyor her gün türkıyeye oda marangoz ben niye gidemiyorum benim eksiğim ne kim hala beni hala burda tutuyor nedir beni burda tutan ben parisi neden göremiyorum neden param yok paris için sordugu zaman düzen değişir bu ülkenin ama soru sormak çok önemli 

Y:Peki seyirci oyundan çıktığında zaman,kendisine hangi sormasını istiyorsunuz?
H
: seyircinin bilceği iş ben ne verdiysem onu o ne aldıysa onu benim işim mesaj vermek değil mesaj veren sanat sanat değildir sende biliyorsun ki Yavuzcum sanat mesaj vermez mesaj sanatı cok kuculten sanatı aleladeştiren cok basıtlestıren bişeyidir ben ne mesajı vermek için şunu yapıyorum ne mesajı ya  yaz bi kağıda okuyayım bari sen sanat yap sanatını göriyim resim yap resmini göriyim resimde senin kim oldugu zaten ordan belli olucaktır ben ordan gorucem salak degılım senın kım oldugun sahneye yansıycaktır senın alt yapın bırıkımın niye bunu sectın nıye bu rolu oynuyorsun nıye bole bır oyun sectın hepsı orda var zeten ben senı mesaj vermen ıcın sen ne mesajı verıyorsun defol gıt sanat yap muzık yap dınlıyım resım yap gorıyım tıyatro yap ızlıyım ıyı oyunculuk seyredeyım ıyı oyunculuk gormezsem sen mesajı allahını versen ne ıse yarar pek ıse yaramaz kotu oyuncusun mesajını falanda dınlemıyorum defol bız mesaj verıyoruz seyırcıye hep boyledır ne halınız varsa gorun once oyuncu olun cıgerımı yıyın ressam olun bakalım olabiliyormusunuz...

Y:Sanatçının egosu ile seyircinin algısı ?
H: eğer doğru bişiy sölemişse o zaten rahatlamıştır arınmıştır zaten tiyatro seyreden seyirci arınır ya aslında oyuncada arınır ama aslında oyuncu arınır çünkü oyuncu orda iki saat içinde  ruhunu besler tabi oyun oynuyorsun yani iki kişi sahneyi seyirciyle birlikte bişiy yapıyorsun biz oynuyoruz onlarda seyrediyor ortak bişey yapıyorsun seyirci olmasa tiyatro olmaz bir kanadı eksik seyircide olucak  bizde olucaz bişey yapıcaz ve biz iddalı olucaz idalı bir şekilde sahneye çıkıyoruz öyle her baba yiğindin harcı değil bu iddada şu yok ben burda iki saat çıkıcam sen beni sıkılmadan seyrediceksin sıkıldıgın an ben kötü birşey yapıyorum seni sıktım çok ağır bir idda yani iki saatin sorunlulugunu taşımak yani ikiyüz kişiye bakın şimdi ben size neler yapıcam sizde şaşırıp kalıcaksınız ben sizin tüylerinizi diken diken edicem ben sizin beyninizi kıvrımlarını soru işareti takıcam ben sizi şaşırtıcam ben sizi kendinizle ilgili başka bir yolculuğa çıkartıcam bişey anımsatıcam size tanrıdan buda büyük bir iddaa..

*Fotoğraflar için Özlem Kaya'ya teşekkürler..